GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE FAİZ


Faiz konusu kaynaklarda "buyu" başlığı altında geçer.Faiz kesinlikle haramdır.Kuranda kesinlikle yasaklanmıştır.Neyin faiz olduğu bir kaç hadis ve bu hadislere yapılan yorumlarla belirlenmiştir.

NEDEN FAİZ?

Bu konuda pek çok görüş vardır .
1. “Faiz sermayenin kirasıdır”:
Bu görüş; "Faizi sermayenin kirası olarak değerlendirmek ile sermayenin karı veya ücreti olarak değerlendirmek arasında ne fark vardır?" diye sormaktadır. İslam kaynaklarında ise bu fark gözetilmiş, ilk ağızdan, birbirinin aynı olmadığı vurgulanmıştır (Bakara 2/175)

Eleştiri:
Kiraya verilen bir üretim aracından elde edilen kiranın meşru olmasının sebebi, bu aracın kiracının elinde yıpranarak eskimesi sonucu onda mevcut olan birikmiş emeğin tüketilmiş olmasıdır. İşte kira, üretim aracında mevcut olan birikmiş emekten tüketilen kısmın karşılığı olduğu için meşrudur.Bu birikmiş emek ticarette de söz konusudur.Çünkü kişi satacağı mal için emek ,sermaye  ortaya koymakta ,risk almaktadır.

Faizin gayri meşru olmasına gelince, borç verilen para, vadenin bitiminde, aynı miktarda iade edildiğine göre, onda birikmiş emek, yıpranıp eskimediği için tüketilmemiştir. Ancak belki piyasa değerinde bir değişme olmuştur.(Değerdeki kaybın telafi şekli son söz kısmında açıklanmıştır) Mademki borç alınan paradaki birikmiş emek tüketilmemiştir, o halde, ana paranın üzerinde talep edilen fazlalığın emek cinsinden bir karşılığı olmaması sebebiyle bu fazlalık (faiz) gayri meşru olmaktadır (Sadr, 1978: 600).

Ayrıca;

Kâr değişken, faiz sabittir. Kâr payı, satılan malın maliyeti ile rayiç fiyat çizgisi etrafında dönmekte, faiz ise tayin edilen miktarın ekseni çevresinde sabit kalmaktadır.Dolayısıyla satılan malın maliyeti, rayiç fiyatının altında olursa kâr payından söz edilebilir. Şayet satılan malın maliyeti rayiç fiyatına eşit veya onun üzerinde ise kâr payı sıfır veya sıfırın altında olur. Mesela, 100 1iraya alınan bir araba, 110 liraya satıldığında kâr payı 10 liradır. Şayet 90 liraya satılsa kâr payı sıfırın altına düşmüş demektir. Faiz
ise hiçbir zaman anaparanın altına düşmez. Çünkü faiz, paranın resmi değerine göre değil, satılan zamanın boyutuna göre sözleşme ile taktir ve tespit edilir. Zaman çizgisi uzun olursa faiz fazla, kısa olursa az takdir edilir. Yani kâr malın ekonomik maliyetine, tabii piyasa fiyatına tâbi olarak değişiklik gösterirken faiz, yapılan sözleşme veya kanun ile tespit edilmiş muayyen noktada sabit ve dondurulmuş bir durumdadır.



2. “Zaruret halinde faiz alınabilir” :
İslam ülkelerindeki İktisadi hayat bankalara dayandırılmaktadır. Bankalar ise faiz üzerine kurulmuştur. Üstelik bankaların işlettiği faizde iktisadi bir gaye vardır.Bankalarda biriken bu paralar kendisinden istifade edilmeyen durgun su gibi hazinelerde saklı kalmaktadır. Bu paralar atıl kalmaktansa, bunlardan istifade edilmesi
daha iyidir.

Eleştiri:
Faize dayalı bir anlayışta genel olarak zaruret halini düşünmek mümkün değildir. Zaruret halini ancak fertlerin şahsi muamelelerinde düşünülebilir. O zaman sistemi, meyte ve domuz etine mecbur kalan biri gibi değerlendirmek gerekir ki, böyle bir zarurat hali düşünülemez.

Zaruret terk edildiğinde nefsin veya uzvun telef olması netice veren bir haldir.Acaba mevcut iktisadi sistemde bunlardan hangisi vardır? Bu durum bir zaruret midir?Yoksa ihtiyaç mı? Helal yollardan kazanmanın yolları kapandı mı? Bütün yolları denedik, sadece faizli bir şekil mi bulduk?Aslında bunların hiçbiri yapılmamıştır.
Fukahanın çoğunluğuna göre, zaruret halinde bile külli bir helallik olmaz. Ancak açlık giderilecek kadar yenilebilir. Netice olarak helal yolların hepsi denenmeli başka kazanç yolları denemelidir.



3.”Faiz başka riba başkadır”:
Faiz -  riba( kat kat fazi - tefecilik) ayrımına gidenler, genellikle enflasyonist ortamlarda enflasyon oranını dikkate almakta, hatta onu mazeret göstermektedirler.Kredi işlemlerinde, borçlunun alacaklıya ödediği reel pozitif faiz, riba kapsamına girer.Reel pozitif faiz seviyesinde olmayan nominal faizler riba kapsamına girmez.Dolayısıyla enflasyonist ortamda yapılan borçlanmalarda, enflasyon oranının altında kalan nominal faiz, reel manada bir fazlalık olmadığından, riba kapsamına girmez denilmektedir. İslam’da kat kat faizden bahsedildiği için yüksek faizin yasak olduğunu düşük faizin alınabileceğini söylerler.

Eleştiri:
Önceden belirlendiği ,sabit olduğu ve risk içermediği için faiz - riba ayırımının  aralarında hiç bir fark yoktur.Oran önceden belirlenmediği zaman paranın değerini koruyabilmek için enflasyon miktarınca geri ödeme faize girmeyebilir.


4. “Faizin yasaklanmasındaki asıl hikmet, fakirlerin ezilmesini önlemektir”: 
Ticari kurumlar, bankalar fakir değillerdir; onlar kâr etmek için müşteriden aldıkları parayı başkalarına kredi olarak satarlar. Böyle kâr amaçlı kurumlardan, kişinin hiç değilse yatırdığı paranın değer aşımı kadar bir fazlayı ve biraz da kâr alması, faiz değildir. Çünkü Kur'ân'ın ribâyı yasaklamaktaki amacı, zenginlere yatırım için verilen krediden getiri almayı önleyip onların iyice ceplerini doldurmalarını sağlamak, onlardan yana tavır almak değil, yoksulların ezilmesini önlemektir.

Eleştiri :
Faizin her türlüsü haramdır.Peygamberimiz döneminde zenginler de ticaret yapabilmek için faiz alıyordu.


5."Tüketim kredileri için değil, yatırım kredileri için faiz almanın sakıncası yoktur": 

Eleştiri:
Faize meşruiyet kazandırmak için yatırım veya tüketim kredisi ayrımına gitmek, kapitalist anlayışın etkisinde kalmak anlamı taşımaktadır. Böyle bir
ayrıma gitmek yerine, üretim kredisi, borç ayrımı yapmak daha isabetli görünmektedir.Bu ayrımın anlamı, şirketleşme şeklindeki kâr ortaklığına ve zor durumda olan kimseye borç vermeyi birbirinden ayırt etmeye işaret etmektir. Sermaye sahibini koruma amacıyla, ona faiz tahakkuk ettirmek yerine, kâra ortak olma anlayışının canlandırılması toplumsal yapımıza uygunluk arz etmektedir.


6."Günün ekonomik şartlarını düşünmeden hemen haram damgasını yapıştırmak İslam'ın ruhuna ayıkırıdır. Bu nedenle paranın değer kaybını korumak da önem taşımaktadır.":

Eleştiri:
Günün ekonomik şartlarını kapitalizm belirliyor. Kapitalizmin dini ve ahlakı yoktur; bu sistem başkalarının eti, canı, kanı, emeği, mağduriyeti, sömürülmesi pahasına para kazanmaya, büyümeye, kapital sahiplerinin zenginleşmesine ayarlıdır. İslam günün şartlarına uymaz , günün şartları İslam’a uydurulmak zorundadır.Nitekim Mekke’de İslami dönüşüm de böyle olmuştur. Günün şartlarında atıl para değer kaybediyor ve parasını yastık altında tutanlar zarar ediyorsa bunu önlemenin meşru yolları vardır.

Kapitalizmin sanayi İnkılâbı ile güçlenerek bütün dünyada olduğu gibi, İslâm dünyasında da tesir sahibi olmasıyla ortaya çıkmıştır. İslâm dünyasının büyük bir çöküş içinde bulunduğu bu sıralarda faiz esası üzerinde yükselen kapitalizmin tesir ve cazibesiyle bazı Müslüman müellifler İslâm'ın bu yasağını, bir zamanlar Hıristiyan dünyasında da görüldüğü gibi, kapitalizm ile uyumlu hale getirme gayretine düşmüşlerdir. 




İLK ÇAĞLARDA FAİZ

İlk çağ filozoflarından Eflatun ve Aristo, yaşadıkları toplumda var olan faizi olması gereken ideal düzene yakışmadığı ve ahlaka aykırı buldukları için reddetmiş ve faizin yasak edilmesini istemişlerdir.
Orta çağın başlarında din adamların faiz alması yasaklanmış 789 yılında da Alman imparatoru Şarlken, din adamları ile birlikte herkesin faiz almasını yasaklamıştır.Daha sonraları faiz lehinde görüşler artmıştır.


Kısaca İlk Çağda filozoflar faize karşı çıkmış. Orta Çağda ise kilisenin baskısıyla ilk başlarda faize şiddetle karşı çıkılmış fakat Orta Çağ sonlarında  ortaya çıkan bazı gelişmeler, kilisenin iktisadi gelişmeler 
üzerindeki etkisinin zayıflaması vb. durumlarla birlikte faiz önce üretim kredilerinde sonra da bütün ekonomik faaliyetlerde serbestçe kullanılır hale gelmiştir.



DİĞER DİNLERDE FAİZ

Yahudilik’te faiz:
Semavi dinlerden birisi olan Yahudilikte faiz, gerek Hz. Musa, gerekse kutsal kitapları Tevrat tarafından yasaklanmıştır. Tevrat’ın: “Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula, ödünç para verirseniz ona tefeci gibi davranmayacaksınız.” (Çıkış, 22/25),

“Bir kardeşin yoksullaşır, muhtaç duruma düşerse ona yardım etmelisin desteklemelisin.Aranızda yaşayan bir yerli veya konuk gibi yaşayacaktır. Ondan faiz ve kâr alma.Tanrıdan kork ki, kardeşin yakınında yaşamını sürdürebilsin. Ona faizli para vermeyeceksin. Ödünç verdiğin yiyeceklerden kâr almayacaksın.” (Levililer, 25/35, 36,37) gibi çeşitli bölümlerinde de bunu görmemiz mümkündür.

“Para veya faizli olarak verilen herhangi bir şeyle kardeşine borç vermeyeceksin.”
“Yabancılar için faizle borç verebilirsin. Lakin kardeşine faizle borç veremezsin.”(Tensiye, 23/19,20).


Hıristiyanlıkta faiz:
İncil’de, Tevrat’ta olduğu kadar faizle ilgili açık hükümler bulunmamakla birlikte,hoş karşılanmadığına dair bazı ayet ve cümlelere rastlanmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: “Senden dileyene ver, senden ödünç isteyenden yüz çevirme.” (İncil, Matta 5/42)

“İmdi insanların size her ne yapmalarını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın.Çünkü şeriat budur, peygamberler de bunu istemektedir.” (Matta 7/7),
“Kemerlerinize ne altın, ne gümüş, ne de bakır koyun.” (Matta 10/9).
“Siz yalnız onlardan bir iyilik beklemek için yardım ederseniz, bunun için ne teşekkür beklenir? Aynı şeyi günahkarlar da yaparlar. Birilerine ondan karşılık ummak için borç verirseniz, bunun için hangi teşekkür beklenir? Günahkarlar da bir karşılık almak için birbirlerine bir şey verirler. Düşmanlarınızı daha çok seviniz, hiçbir şey karşılık beklemeden onlara ödünç veriniz. Böylece ödülünüz büyük olsun. Yücelerin yücesinin çocukları olursunuz. Çünkü o, nankörlere ve kötülere nimet vericidir.” (Luka6/33, 34, 35).

Faizin haramlığı İncil’den açıkça belirtilmese de, diğer kurumlarda açıkça
belirtilmiştir. Bunlardan biri ve en eskilerinden olan İznik Konsili’nin 325’te faizi yasakladığı bilinmektedir.


İslam’da faiz:

İslâm’ın faiz yasağında görülen tedriciliği aşağıdaki şekilde ifade edebiliriz:

1) Mi’rac Hadisinde Faiz Yiyenlerin Kınanması:
Ebu Huriyre (r.a)’den Hz. Peygamber (s.a)’in şöyle dediği nakledilmiştir:
“Mirac gecesi, karınları evler gibi (büyük) olan bir topluluğun yanına geldim. Onların karınlarında dışarıdan görülen yılanlar vardı. Cebrail (a.s)’e, bunların kimler olduğunu sorduğumda; “faiz yiyenlerdir” cevabını verdi.” ((İbn Mace, Ticarat,58))

Mirac olayı 621 miladi yıllarında Mekke’de vuku bulduğuna göre, faizin ileride yasaklanabileceğine daha o günden işaret edilmiş olmaktadır.

2) Faizin Malı Arttırmayacağının Bildirilmesi:
Faizle ilgili olarak nazil olan ilk ayette şöyle buyurulur:
“İnsanların mallarında artış olsun diye faiz cinsinden verdiğiniz şey (nakit para, mal, sadaka vb) Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekât ise, işte sevaplarını kat kat arttıranlar onu verenlerdir.”
(Rum,30/39)

Bu ayet, Mekke’de inmiştir. Ayette ribayı yasaklayan bir hüküm bulunmamakla birlikte, ribanın sevap kazandıran bir amel olmadığına ve onda Cenab-ı Hakk’ın buğzunun bulunduğuna işaret vardır.

3) Önceki Şeriatlarda Faiz Yasağı Bulunduğunun Haber Verilmesi:
Kur’an-ı kerim’de daha önceki dinlerde de faizin yasak kılındığı haber verilmiştir. Yahudilere yapılan faiz yasağından şöyle söz edilir: “Yahudilerin yaptıkları zulümden, çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden, men edildikleri halde faiz almalarından ve haksız yere insanların mallarını yemelerinden dolayı kendilerine helal kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara yasakladık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.” (Nisa,4/160,161) 
Bu ayet Medine-i Münevvere’de inmiştir. Burada müminler faize karşı dolaylı yoldan uyarılmıştır. Çünkü Yahudilerin yasağa rağmen faiz almaları kötülenmiştir.

Toplumda görülen haksız kazançlara engel olmağa çalışan Şuayb peygambere kavminin verdiği şu cevapta da aynı anlam sezilir: “Ey Şuayb, dediler, senin namazın mı sana, babalarımızın taptığı şeylerden veya mallarımız üzerinde dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi emrediyor. Oysa sen yumuşak huylu, akıllı (bir insan)sın.”


4) Katlanmış Faizin Yasaklanması:
Vade sonlarında anaparaya eklenen faize “basit faiz” anapara ve faiz toplamına yeniden faiz eklenmesine ise “mürekkep (bileşik)” veya “katlanmış faiz” denir. Cahiliye toplumunda ve İslâm’ın ilk dönemlerinde borçluyu altından kalkamayacağı yük altına sokan bu sonuncu riba çeşidi olduğu için önce bu yasaklanmıştır.

Ayette şöyle buyurulur:
“Ey iman edenler! ribayı öyle kat kat arttırılmış olarak yemeyin.” (Al-i İmran, 3/130) 
Bu ayet Medine’de inmiştir. Buradaki “kat kat arttırılmış olarak...” ifadesi bir kayıt veya şart olmayıp, cahiliyye devrinde uygulanan fahiş riba olayına dikkati çekmek için kullanılmıştır.
5) Kesin Faiz Yasağının Gelişi:
Faiz yasağı Kitap, Sünnet ve İcma delilleri ile sabittir. Haramlık hükmü sekizinci veya dokuzuncu hicret yılında gelmiştir.

 “Allah alış-verişi helal, faizi ise haram kılmıştır.” (Bakara, 2/275)
 “Faiz yiyenler kabirlerinden ancak kendilerini şeytan çarpmış kişi gibi kalkarlar.” (Bakara, 2/275)
 “Ey iman edenler, Allah’tan korkunuz ve eğer gerçek müminler iseniz faizden (henüz alınmamış olup da) kalanı bırakınız. Eğer böyle yapmayacak olursanız Allah ve Peygamber ile savaş halinde olduğunuzu biliniz. Şayet tevbe ederseniz anaparalarınız yine sizindir. Böylelikle ne zulmetmiş ve ne de zulme uğratılmış olursunuz.”(Bakara, 2/278,279)

Mekke ve Taif’in fethi 8. Hicret yılında Veda Haccı ise 10. Hicret yılında vukubulmuştur. Riba yasağı da bu tarihlerde gelmiş ve Hz. Peygamber (s.a) bundan sonra 81 gün kadar yaşamıştır. Ancak bu süre içinde artık helal veya haram hüküm bildiren bir ayet inmemiştir. Riba hükümlerinin Hz. Peygamber’in vefatına yakın bir zamanda gelmesi, gerek açıklama ve gerekse uygulama bakımından gerekli zamanın kalmadığını gösterir.
Hz. Ömer (ö.23/643) ribanın açıklığa kavuşturulmayan bir çok çeşitlerinin bulunduğunu, hayvanlar üzerinde selem akdi yapmanın bunlardan birisi olduğunu belirttikten sonra şunu ilave eder; “Riba ayeti Kur’an-ı Kerim’in son inen ayetlerindendir. Nebi (s.a) onu bize açıklamadan vefat etmiştir. Bu nedenle ribadan ve riba şüphesi bulunan şeylerden kaçınınız.”
"Üç mesele vardır ki, şayet Resülullah aleyhissalâtu vesselâm onları açıklamış olsaydı bu benim yanımda, dünya ve dünyanın içindeki şeylerden daha hayırlı olacaktı: Kelâle,fâiz ve hilâfet."


Her hangi bir mal veya para borç olarak alındığında veya verildiğinde geri ödemesi yapılırken eksik veya fazla yapılan ödemelerdir.
Örneğin: 100 altın karşılığında geri ödeme 101 altın olarak yapılırsa  borçlu 1 altın faiz vermiş ,alacaklı da 1 altın faiz almış olur.Aynı şekilde ödeme yapılırken 100 yerine 99 altın geri ödenirse (erken ödeme vb. sebeplerle)  borçlu 1 altın faiz almış, alacaklı da vermiş olur.



Salim anlatıyor: “İbn Ömer’e belli bir vade ile bir başkasında alacağı bulunan adam, parasını daha çabuk alabilmek için bir kısmından vazgeçmesi sorulduğunda O,bunu hoş görmedi ve bu davranışı yasakladı” (Malik b Enes, ts.: Buyu’ 82).

Ubeyd İbn Ebi Salih anlatıyor: Ben, daha sonra ödenmek üzere, Dar-ı Nahle ehline bez sattım. Bir müddet sonra Kûfe’ye gitmek istedim. Borçlular bana gelerek,fiyattan biraz indirmem halinde peşin ödeyeceklerini söylediler. Bunu Zeyd İbn Sabit’e sordum. Bana: “Hayır, bu işi yapmana cevaz veremem, faizi ne senin yemeni, ne de başkasının yemesini emredebilirim.”dedi. (Malik b Enes, ts.: Buyu’ 81).

Uhud Savaşı (625) sırasında inen bir âyetle, mü’minlere ilk olarak “katlanmış faizin yenmesi” yasaklanır. Hayber’in fethi sırasında (629) inen aşağıdaki âyetlerle de kesin faiz yasağı getirilir:“... Halbuki Allah, alış-verişi helâl, fâizi ise haram kılmıştır...”


Hz. Peygamber döneminde altının para birimi Dinar (yaklaşık 4 gr.), gümüşün Dirhem (yaklaşık 2,8 gr.) idi. Bunlar kendi cinsinden olan altın veya gümüş zîynet eşyası alım-satımında kullanılacaksa, aynı ağırlıkta işlem yapılması gerekiyordu. Böyle bir değerli madenin, işçilik dışında fazlalıkla değişiminin reel faizi oluşturduğunda şüphe yoktur. Burada faiz yasağı, değerini öz madeninden alan “sağlam para”nın ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Nitekim Hayber ganimetleri arasında bulunan altın ve boncuk dizili bir gerdanlığı 12 dinara (yaklaşık 48 gr. altın para) satın alan Fudâle İbn Ubeyd (r.a.), bu alış-verişten şüpheye düşünce, durumu Allah’ın Elçisi’ne sormuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.), gerdanlıktaki altın kısmının diziden çıkarılarak ayrıca tartılmasını ve altın parayla ağırlık olarak denkleştirilmesini, geri kalan kısım için de fiyat takdiri yapılmasını bildirmiştir.

Buna benzer bir uygulama, gümüş para ile ilgili olarak da nakledilir. Muâviye’nin, Şam valisi olduğu sırada, gümüş bir kabın, gümüş para olan dirhemle tartılmadan mübadele edildiğini gören sahâbeden Ubâde İbn Sâmit (r.a.), buna itiraz etmiş ve yukarıdaki altı maddenin zikredildiği hadisi rivâyet ederek muâmeleyi bozdurmuştur.

Hz. Ömer’in, altın ve gümüş parayı birbiriyle mübâdele etmek için, o günün kuru üzerinde anlaşan Mâlik İbn Evs ile Talha İbn Ubeydillâh’ın alış-verişine müdahale ettiği nakledilir. Çünkü Talha, değişimini yaptığı paranın bedelini, peşin değil, birkaç saat gecikmeli olarak teslim edebileceğini söylemiştir. Bu olayla ilgili olarak Hz. Ömer şöyle demiştir:
“İki cins parayı mübâdele ederken, alıcı bedeli almak üzere, senden eve girip çıkıncaya kadar izin istese bile, izin verme. Çünkü sizin faize düşmenizden korkuyorum.”

Kur’an-ı Kerîm’de sözü edilen ribâ ile ilgili olarak İbn Rüşd (ö.520/ 1126) şöyle der:
“Câhiliye ribâsı, üzerinde ittifak edilen ribâ çeşidi olup yasaklanmıştır. Onlar fazlasını almak üzere ödünç verirler ve vade tanırlardı. Bu işlem şöyle oluyordu; borçlu alacaklıya, “Bana vade tanı, ben de sana olan borcumu arttırayım.” diyordu. İşte Hz. Peygamber’in Veda Haccı’ndaki sözlerinde kastettiği ribâ çeşidi budur.”


OSMANLI'DA FAİZ

İlk olarak Belh fakihlerinden Nusayr b. Yahya (v. 268/881), rayiç piyasa fiyatlarının dışına çıkmayı ifade eden "fâhiş gabin" ölçülerini, gayrimenkullerde % 20, hayvanlarda % 10 ve menkul mallarda % 5 olarak tespit etmiştir. Osmanlı Devleti piyasasında yüzyıllarca ölçü alınan bu miktarlar, 1876 tarihli Mecelle'nin 165. maddesi ile kanunlaştırılmıştır. (Ali Haydar, Duraru'l-Hukkâm, İstanbul 1330 H., 1/165-166.)

1517 tarihli, 2. Bayezid'in oğlu Şehinşah'ın oğlu Mehmed'in karısına ait, 91.000 gümüş dirhemlik paranın vakfiyesinde işletilme şekli şöyle belirlenmiştir: "Yukarıda adı geçen vakfedici kadın, miktarı belirtilen 91.000 gümüş dirhemin, ne eksik ne de fazla olmamak üzere, yılda her 10 dirheme, 1,25 dirhem (yıllık % 12,5) hesabı üzere, faiz (riba) ve faiz şüphesinden uzak bir şekilde, İslâm'a uygun bir muamele (muamele-i şer'iyye) ve günlük rayiç bedeller (murabaha-i mer'iyye) uygulanarak, kâr (rıbh) getirecek şekilde işletilmesini şart koştu. Bu muamele sağlam rehin veya varlıklı kefil güvencesi ile güçlendirilir."(bk. Bursa Şer'iyye Sicilleri, A 21/27, 33a.)

Bu vakfiyeye göre, vakfın konusu olan para fonu, yıllık % 12,5 kârla işletilecektir. Meselâ; İstanbul kasapları için hayvan yetiştiricilerinden peşin parayla satın alınacak hayvanlar, % 12,5 yıllık kârla kasaplara satılacak, kasaplar ödemeyi para vakfına bir yıl sonra yapacaktır. Bunun, günümüz faizsiz bankalarında uygulanmakta olan "Murabaha"dan ibaret olduğunda şüphe yoktur.

Osmanlı dönemi fıkıh literatürü ve para vakfı vakfiyeleri incelendiğinde, bu çeşit vakıflara ait anaparanın; Karz-ı hasen (ödünç verme), Mudarebe (emek-sermaye ortaklığı yoluyla işletme), Müşâreke (sermaye ortaklığı), Murabaha (malı peşin fiyatla satın alıp yıllık belli kârla alıcıya devretme), Bidâa (vakıf parayı Allah rızası için meccanen işletip kârın ve anaparanın tamamını vakfa verme), veya bey' bi'l-vefa (mülkiyeti muhafaza kayıtlı geçici satış) yöntemlerinden birisiyle veya birkaçı ile işletildiği görülür. Böyle bir kredi kullanımı sonucunda elde edilecek gelir, vakfın hayır cihetine harcanır.

Kanuni Sultan Süleyman, çeşitli para vakıflarını birleştirerek oluşturduğu 698.000 akçelik vakıf paranın "Murabaha" yoluyla işletilmesini ve elde edilecek kârın (rıbh) İstanbul kasaplarına sermaye olarak kullandırılmasını şart koşmuştur.(Altınay, A.Refik, a.g.e., s. 87.)(Bu fetvalar Ebussuud efendi fetvalarıdır.)

Bu uygulamalara göre, vakıf paraların Murabaha yoluyla yıllık % 10-15 arası kârlarla işletilerek, bir çeşit bankacılık faaliyeti sürdürülmüştür. Ancak para vakıflarının arka plânında, "Murabaha" yöntemi görülür.



GÜNÜMÜZDE FAİZ

İslâm dünyasında faiz konusunda klasik faiz anlayışına karşı ilk çıkış, 1908 yılında Mısır'da Şeyh Abdülaziz Çâviş tarafından yapılmıştır. Şeyh Câviş, Kur'ân'da yasaklanan asıl faizin ed'âf ı mudâafe denilen katlı (bileşik) faiz olup, basit faizin haram olmadığını iddia ederken, bu iddiasının o güne kadarki faiz telâkkisine aykırı olduğunu da açıkça belirtmiştir.

Şeyh Câviş' in attığı bu adım İslâm dünyasında yer yer taraftar bulmuş; İsmail Hakkı İzmirli (1868-1946)'den3 Pakistanlı Fazlurrahman'a ve Mısırlı Ma'rûf ed-Devâlîbî ile Abdülcelîl İsa'ya, Türkiye'de S. Uludağ gibi çağdaş müelliflere kadar faiz konusunda tereddüdü olanlara fikirlerinde kaynak teşkil etmiştir.