MEZHEPLERDE FAİZ


MEZHEPLERDE FAİZ

Hanefi Mezhebi:
Hanefiler iki şeyi faiz il­leti say­mışlardır. Bunlar kadr ve cinstir. Kadr, ölçek ve tartıyı içerir. Cins ise iki aynı cins malın değişimi anlamına gelir. Cins, hadis­ler­deki “Altına karşılık altın, buğdaya karşılık buğday….” sö­zünden, kadr ise “misli misline” sözünden çı­karılmıştır. Kadri, tartı (vezin) ve ölçek (keyl) diye be­lirleme­leri, ilgili hadislerde yalnızca bu iki ölçü biriminin geçmesi sebebiyledir.


Riba, tartı ile satılan altın ve gümüş gibi mallarla ölçekle satılan buğday, arpa, hurma, tuz, kuru üzüm gibi şeylerin alış-verişinde olur.


Hanefîlere göre ölçü ve tartıyla satılan mallarda fazlalık faizi gerçekleşmesine rağmen, sayı ve metre ile satılan mallarda ise gerçekleşmemektedir. Çünkü bu ölçüler şer'î ölçü (mi’yârı şer’î) kabul edilen ölçülerin dışında kalmaktadır (İbn Abidin, 2000:VII, 416). Buna göre beş metre kumaş altı metre kumaşa, beş yumurta altı yumurtaya satılabilir. Hanefîlerin bu konudaki delilleri ise: “Faiz ancak altın ve gümüşte, ölçülen ve tartılanlarda veya yiyecekler ve içeceklerdedir” hadisidir. (Darakutnî, 1966: III, 41).


Şia’da da aynı fetva vardır: 
Kumaş gibi, metreyle ölçülüp satılan bir şeyi veya ceviz ve yumurta gibi tane ile satılan bir şeyi satıp, karşılığında daha fazla alıra sakıncası yoktur. Fakat her ikisi de aynı cinsten anlaşma da vadeli olursa, anlaşmanın sahih olması şüphelidir. Örneğin, on adet ceviz verir ve bir ay sonra on iki adet ceviz alırsa, sakıncalıdır. Aynı cinsten olan paranın da hükmü aynıdır. Dolayısıyla tümeni ayrı bir para birimine, örneğin, dinar veya dolara, peşin veya vadeli satarsa sakıncası yoktur. Ama altı ay sonra 110 lira almak üzere şimdi 100 lira vermesi gibi, kendi cinsinden olan bir paraya satıp fazla almak isterse, muamele süreli olmamalıdır; aksi halde anlaşmanın sahih olması şüphelidir. (Ayetullah Sistani)

Ebu Hanife’ye göre, bir kimse on felsi ödünç olarak alsa, sonra bu felsler
tedavülden kalksa, ödünç alan kimse mislini vermekle borçtan kurtulmuş olur. Çünkü,paranın tedavülden kalkmasıyla işlem ödünç işlemine dönüştüğünden tüketilmiş olan paranın benzerini ödemek gerekir.

Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre, bu kimsenin felslerin, altın veya gümüş
karşılığı olan kıymetini ödemesi gerekir.Ebû Yûsuf’a göre altın ve gümüş para dışında “fels” adı verilen bakır, nikel, kalay vb. madenî paralar, maden değeri dışında itibârî bir değer kazandığı için, altın ve gümüş gibi “sağlam para” sayılmaz. Bu yüzden bunlarla yapılan borçlanmalarda; bu paraların endeksli bulunduğu altın veya gümüş paraya göre hesaplanacak “değer farkı” faiz kapsamına girmez.İmameynin bu konudaki ilk görüşleri  ise İmamı Azam gibidir.

Maliki Mezhebi :
Malikîlar’in faizle ilgili görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür. Malikîler, faizin ancak altın gümüş ve yiyeceklerde gerçekleşeceği görüşündedirler. Yiyeceklerin de saklanabilir olması şartını getirmişlerdir. Altın ve gümüş hususunda iki ayrı görüş vardır. Birincisi, ilgili nassın zahirine bakarak altın ve gümüşün dışında kalan paralarda faiz tahakkuk etmeyeceğidir. İkincisi ise, para vasfı taşıyan her şeyde faizin tahakkuk edeceğidir.

Malikîler, biriktirilsin veya biriktirilmesin bütün gıda maddeleri­nin ve­resiye de­ğiştirilmesi ile her çeşit eşyanın kendi cinsiyle veresiye, bire iki değiştirilmesini ribe’n-nesie saymışlardır. 


Şafii Mezhebi:
Şafîlere göre riba, yalnız altın ve gümüşle, yiyecek sayılan şeylerde olur.

Faizli işlemin iki illeti vardır.Bunlar tu’miyet ve semeniyetten ibarettir. Tu’miyet yiyecek maddesi olma, semeniyet ise altın, gümüş ve bu iki madenden basılı para olma anlamına gelir.
İmam Şafiî, illet konusunda Müslim’den rivayet edilen, kendisinin de
Müsned’inde aldığı altı mal hadisini delil olarak almıştır. Bu hadise dayanarak Şafiîler altın ve gümüşte faiz illetini, Hanefîlerde olduğu gibi tartılan cinsten değil, para olma vasfı olarak kabul etmişlerdir. Çünkü altın ve gümüş her şeyin değer ölçüsüdür ve onlara yiyecekler ve yiyecek olmayanlar kıyas edilemez. Bu ikisinde külçe veya işlenmiş olmaları arasında fark gözetmemişlerdir. Bir kişi beş gram altınla, işçilikli
değeri ondan çok fazla olan aynı ağırlıktaki bir takıyı satın alsa geçerli bir alışveriş yapmış olur (Şafiî, 1993: III, 25).


Ölçülen veya tartılan cinsten olan yiyeceklerin satışında meydana gelen fazlalık hem peşin hem de veresiye satışta faizdir. Farklı cinsten olanların fazlalıklı satışında ise peşin satışlarda fazlalık caiz, veresiye satışlarda ise nesie faizi olmaktadır.



Hanbelî Mezhebi:
Hanbelî mezhebinde faizin illeti hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden en çok kabul görenlerden biri, Hanefîler’in görüşlerine yakın olan, diğeri ise, Şafiî mezhebi doğrultusunda gelişen görüştür.

Birinci görüşe göre cins birliği ile keyl veya vezn faizin illetidir. O halde keylî ve veznî olan her şeyde, kendi cinsi karşılığında olması halinde faiz cereyan eder. Faiz,kile ile ölçülmeyen, ağırlık ile tartılmayan yiyeceklerde cereyan etmez.

İkinci görüşleri Şafiî mezhebinin görüşü gibidir. Buna göre faizin illeti altın ve gümüşte para olma, diğerlerinde ise yiyecek olma özelliğinin bulunmasıdır.

Üçüncü bir görüş vardır ki, altın ve gümüşün dışındaki şeylerde illet, ölçülebilir ve tartılabilir olmasıyla birlikte yiyecek olmaktır. Buna göre ölçülebilir ve tartılabilir olmayan yiyeceklerde faiz cereyan etmez. Elma, nar, kavun, şeftali, ceviz, yumurta vb. yiyeceklerde, zaferan, çöven otu, demir, kurşun vb. yiyecek olmayan şeylerde faiz cereyan etmez (İbn Kudâme, ts.: IV, 137).



Zahirî Mezhebi:
Zahirîler, kitap ve sünnette faizin illetinin belirtilmediğini söylemektedirler.
Bundan dolayı hadiste belirtilen altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuzdan ibaret olan altı sınıfın dışındaki eşyada, “Allah alışverişi helal kıldı.” (Bakara 2/275) ayeti gereğince, faizin gerçekleşmeyeceği kanaatindedirler. Ayrıca onlar, neyin helal, neyin haram olduğunun Hz. Peygamber’in lisanı üzere Allah tarafından bildirildiğini, onun haram dediğinin haram, helal dediğinin helal olduğunu savunmaktadırlar. Bu tezlerine de: “Allah size haram kıldığı şeyleri açıklamıştır” (Enâm 6/119) ifadesini delil getirmektedirler. Buna dayanarak Hz. Peygamber’in belirlediği altı sınıfın dışındaki malların mübadelesinde faiz gerçekleşeceğini söylemenin küfür olduğunu kabul etmektedirler (İbn Hazm, ts.: 403).

Hanefî ve Şafiîler gibi Zahirîler de Müslim’in rivayet ettiği hadisi (Müslim, ts.:Müsakat, 82) delil olarak almışlardır. Onlar, faizin sadece bu mallarda tahakkuk edeceği görüşündedirler (İbn Hazm ts.: 402). Ancak, yine Müslim’in rivayet ettiği: “Yiyecekler misli misline alınır satılır.” (Müslim, ts.: Müsakat, 18) hadisindeki “taam” kelimesinin,diğer mezheplerin aksine, bütün yiyecekleri kapsamayıp “bürr” (buğday) manasında kullanıldığını söylemişlerdir (İbn Hazm ts.: 404)Aynı cinsten olmadıkça alım satımlarda, fazlalık veya vade faizi oluşmaz. (İbn Hazm, ts.: 438). Bu konuda Hanefîlerle aynı görüştedirler. Yani aynı cinslerin ölçü ve tartı olarak fazlalıkla veya vadeyle satılması yasaklanmıştır (İbn Hazm, ts.: 411).



Şia Mezhebi:
Şiî kaynaklarında faizin illeti, Hanefîlerde olduğu gibi, cins birliğiyle beraber ölçülen ve tartılan şeyler olmasıdır. Borçlarda ise bir menfaatin şart koşulmasıdır.(Şirazî, 1983; I, 297).

Şia’ya göre buğdayın buğdayla peşin olarak satışı caizken, fazlalıkla veya veresiye satışı caiz değildir. Sarf akdinin dışında peşin alışverişlerde aynı mecliste teslim de şart değildir. Onlar “taam” kelimesini sadece arpa ve buğday için kullanmışlar ve bunların ikisini bir cins kabul etmişlerdir. Bunun sonucu olarak da bu iki cinsin birbiriyle fazlalıklı veya vadeli satışını faiz kabul etmişlerdir (Şirazî, 1983; I, 297).

Cinslerden elde edilen bütün ürünler izafe edildikleri cinse tabidir. Süt ve süt ürünleri, etler, yağlar vb. ürünler hangi isimle nitelendiriliyorsa ona tabidir. Arpa ve buğdayın “taam” lafzıyla aynı cinsten sayıldığı gibi, koyun ve keçi “ğanem” lafzıyla,camuz ve sığır da “bakar” lafzıyla aynı cinsten sayılmıştır. Örneğin, koyun eti ile keçi eti, camuz eti ile inek eti aynıdır. Birbirlerine karşılık fazlalık veya vadeyle satılmalarında faiz oluşur (Şirazî, 1983; I, 298).

Faizin illetini ölçülebilir ve tartılabilir mallar olarak belirlediklerinden, metre veya sayılarak alınıp satılan şeyleri bunların dışında tutmuşlardır. Bir metre kumaşın iki veya daha fazlasıyla satılmasında faiz yoktur. Yumurta gibi sayı ile satılanlar da böyledir.Fakat bunların peşin satılması esastır. Vadeli satılması ise, aradaki farktan bir fazlalık oluşması şüphesinden dolayı, sakıncalı görülmüştür (Şirazî, 1983: I, 299).

Bir malın ölçülebilir ve tartılabilir oluşu Hz. Peygamber zamanında nasıl
bilindiklerine bağlıdır. Eğer o dönemde durumu bilinmeyen bir şey varsa, bu durumda o şeyin kullanıldığı beldenin örfüne bakılıp, ona göre hüküm konulur. Beldeler farklı olsa da durum aynıdır. (Şirazî, 1983: I, 300). Bu konuda Şafiîlerle aynı görüştedirler (Şafiî,1993: III, 27-28).

Şiîler, baba-oğul, karı-koca, köle-efendi arasında fazlalık veya vade faizinin oluşmayacağını; Müslüman ve zımmî arasında ise faizin her türlüsünün gerçekleşeceğini düşünmektedirler (Şirazî, 1983: I, 301).

Sarf akdinde de durum anlatıldığı gibidir. Altın ve gümüşte dikkate alınması gereken, ağırlıkta eşit olmaları olduğu için kıymete bakılmamıştır. Burada diğer malların satışından farklı olan bir durum var ki o da, akit meclisinde teslim almanın şart olmasıdır. Eğer taraflar mal veya bedeli teslim almadan ayrılırlarsa akit batıl olur.(Şirazî, 1983; I, 302-303).